Çoğu insanın hayatı, kaçırılan fırsatlar veya değerlendirilemeyen olanaklar, defalarca yenilen kazıklar yahut aynı hatayı iyice emin olabilmek için üç beş kere tekrarlamalar, türlü aymazlıklar, yanlış hesaplar, gereksiz fedakârlıklar, kötü seçimler, bile bile lâdesler, boşa çekilen kürekler, bilumum terazi lastik jimlastikler...
Ve daha bi dolu, saymakla bitmez, döne dolaşa sonu hep toriği çalıştırmamaya bağlanan hikâye ile bezeli.
Hâl böyleyken...
Hep böyleyken...
Elin adamı da boş geçmemiş, 200 küsur yıl önceden patlatmış özlü sözü ki elin adamı dediğim Benjamin Franklin. Babamızın oğlu değil, elin adamı hakikaten.
'Hayatın en büyük trajedisi, çok çabuk yaşlanmamız ama çok geç akıllanmamızdır' diyerek bütün bunları tek kalemde anlatmak istemiş insanlığa.
Fakat kim bilir ömrünün hangi döneminde?
Tabii şimdi öylesi biri kalkıp geç akıllanmaktan falan söz etmişse, 'acaba ne geldiydi başına, bir yâresi mi vardı da...' gibisinden merak edilebilir, o bakımdan soruyorum. Yoksa canı ne zaman isterse o zaman söylesin, kim karışır?
Ha bilsek n'olcak? O da ayrı mevzu.
'Ya bırak, ne salaklıklar yapmış, tee ne zaman akıllanmış, bi de atarlanıyor' mu diyeceğiz? Hiç!
Atarlanmamıştır elbette. Efendi efendi söylemiştir muhakkak. Hatta hüzünle biraz. Bir tutam da esef...
Fakat ben ne görüyorum?
Tut ki felâket tellalı...
Tut ki bir filmde Erol Taş hunharca gülüyor:
'Olacak bunlar, yaşayacaksınız bunları! Bi daha, bi daha, bi daha! Nihahaha! Nii-ha-ha- ha-haa!'
Oluyor elbette...
Yaşanıyor.
Senin de olmadı mı kimi zaman?
Yaşamadın mı sanki hiç?
İyi niyet diyorsun ama yok, o da bi çeşit akıl tutulması sonuçta.
Hadi yine kıyamam...
Senkron bozuktu senkron!
Bazen aklın hayattan önde gitti...
Bazen hayat aklını geride bıraktı.
Peki, sonra buluşabildiniz mi müsait bi yerde şekerim?
İnsan akılsızlık ettiğini her zaman kabullenmez, hemencek mazeretini bulur.
Kabullense de bulur gerçi...
Ki bulsun zaten. Esas olan o.
Akılsızlığı ile başka biri(leri)nin hayatını kaydırmamışsa şayet...
Bastığı tonganın, yuttuğu zokanın akabinde kendi gitmişse okkanın altına sadece...
Bulsun be!
Bir de buradan bak hele, başka türlü nasıl onaracak aptallığa bulaşmış ruhunu?
Nasıl devam edecek yoksa kendine kıza kıza, sorarım sana?
O sebeple onarım şart.
Madem ki akıl başa geç gelecek...
Madem ki yazgı bozulmayacak...
Eskiyi derhal sindirip edip yeni akılsızlıklara yer açsın ki döngü tamamlansın.
Benjamin'in yalancısıyım ben.
Sen hiç kendine kızdın mı şekerim? Ama öyle böyle değil, çok kızdın mı?
Kızmışsındır, kızmışsındır.
Hayat bu kadar ortalamayken mümkün mü kızmaman?
Kimi gün olmadık şapşiklik, görülmedik gerzeklik, tarifsiz kerizlik içinde sobelediysen kendini...
Hep o ortalamalıklar yüzünden.
Mazeretse, kralı...
Al şekerim.
Gel gör ki yaşlanmanın mazereti yok.
Tıp her ne kadar senin yerine üretse de durmadan...
Ve onarmaya çalışsa da...
Nafile!
Zurnanın zırt dediği mevkidir oralar.
Zahiri kurtarsa batına yenilir bi kere.
Bile bile bunu yırtınmak var fıtratımızda lâkin.
Hani böyle bi umursamıyormuş hatta memnunmuş gibi yapar kimi...
'Yüzümdeki çizgiler birer yaşanmışlık abidesi,
bak bak tam şuramdaki buruşukluklar tecrübeler kitâbesi...'
Sahiden yapar, hobi olarak yapar orasını bilemem.
Korkunun türküsü sayarım ancak. Mezarlıktan geçerken söylermişcesine. Fakat haklıdır da bi yerde.İçin için korkulur çünkü fiziksel yıkıma uğramaktan.
Yaşlanmak deyince akla ilk gelen bu değil midir hep? Kırış kırış, buruş buruş olmak...
Evlât olsa sevilmez.
Başkasının üstüne atıp kaçmak istenilen bir kabahattir adeta.
Sosyal medya testlerinde hakiki yaşından genç çıkınca çaktırmadan sevindirik olan kimi, huu?
Sen de haklısın.
Buralarda insanı yaşıyla çiziyorlar şekerim.
Yaş yetmiş iş bitmiş diyen başka lisan var mı bildiğin?
En çok da kadınları.
Güzel kadınları hele, ayrı bi.
Ahı gitmiş diye içerleyip içerleyip...
-Çarpı atıyolla üstüne yavrıım-
Gülesim de geldi bi yandan iyi mi?
'Arkadan liselik önden müzelik'
Çarpıların kültü.
Hahhayt!
Ah be şekerim...
Neyse ki yaş almayı bulmuşlar.
Hah bak, sevilesidir o.
Bir zaman büyümenin yerini tutar...
Sonrasında ise ne biçim kol kanat gerer.
Blur efekti yapar, muallakta bırakır.
Yaşlanmak sözcüğü gibi kafa göz dalmaz katiyen.
Aksine, göz kırpar...
-sen bana, ben sana-
Kafa bulur icabında.
-sen benimle, ben seninle-
Sırtımızı okşayan yumuşak bir el gibi...
-sen benim, ben senin-
Cici yapar bize.
Toparlar ortalığı ayol!
Yalancının tillahi olsa da...
Şefkatli durur üstümüzde.
Şefkat zamanıdır artık şekerim, iyi bak kendine.
Torik ne zaman çalışacak dersen...
Hep benden bekleme, aaa!
Onu da sen düşün.
RÜYA ÇAĞLA
Ağustos 2013