Yolda önüm sıra giden genç kadın telefonda konuştuğu kişiye acıklı ve yazıklı bir sesle 'Adam sanmıştım ben seni be! Soğan erkeğiymişsin meğer!' diyerek kulak kesilmeme sebep olduğunda hatırladım.
Soğan erkeği...
Sahi ya, vardı öyle bi tabir.
Hani böyle atıp tutarken mangalda kül bırakmayan, iş ciddiye binince kaçacak delik arayan, beceriksiz, yüreksiz, tırsaklara denirdi.
Ya da o kadın hangi gerekçeyle kullandıysa artık...
Bilemem.
Benim bildiğim öylesi. Fakat tamamen unutmuşum, çıkmış dağarcığımdan.
Oysa iki gün geriye gidecek olursam, soğan nasıl da hayatımın merkezindeydi. Buna rağmen bir an bile gelmedi aklıma.
Hiç soğan erkeği görmediğimden değil, bu saatten sonra kâle almadığımdan demek ki.
Yoksa her zaman her yerde rastlanacak bir tür.
Neyse...
Erkeği evlerden uzak, soğanın bizzat kendisine dönüyorum şimdi derhal.
Hani dedim ya iki gün geriye gidecek olursam...
Fakat gitmeden bir parantez açıp şunları söylemeliyim evvelâ:
İçimde bir yerlerde hep yemek blogu yapmaya dair istek olmuştur. 'Falanca'nın Mutfağı' yahut'Filanca Mutfakta' türevi isimler klişesinden uzak, özgün fakat bu tür blogların bir yerden sonra hep birbirine benzemeye başladığının bilincinde de olarak fazla kastırmadan, kuş kondurmaya çalışmadan falan filan...
Ne var ki yıllar geçtikçe mutfakla arası nasıl denir, artık çok da sıkı fıkı olmayan birine dönüştüğüm için 'du bakalım seneye belki' den öteye gidemeyen bir düşünce olarak kaldı. (Bu tür bloglarpratiğe dayalı olduğundan, benimkine internetin tozlu sayfaları arasında en son kim bilir ne zaman güncellenmiş olarak rastlamak muhtemeldi tabii.)
Yine de günün birinde olur'a olayın içine dalarsam, biraz konserve (arşiv) olsun elimde deyu kayda değer mutfak aktivitelerimi (zaman zaman da konu komşu, arkadaşlarınkini) fotoğraflamaktayım epeydir ki en çok bu işi seviyorum.
Bilen çağırıyor zaten:'Kap makineni gel!'
(Bir keresinde çarşaf böreğine çağrılmıştım. O güne dek hiç üzerinde düşünmediğim bu böreğin adını yapım aşamasının bir kısmının çarşaf (ya ya, bildiğin çarşaf) üzerinde gerçekleşmesinden ötürüaldığını bizzat görerek anlamak ilginç olmuştu benim için.)
Kim bilir belki de blog-mlog bahanedir, yemek fotoğrafı çekmek şahanedir. (Aynen öyle)
Parantezi kapıyorum.
Artık iki gün geriye gidebilirim (oh, nihayet).
İki gün önce...
Bir fast food molası anında, arkadaşımın tabağıma birkaç tane koymasıyla yediğim (yoksa kırk yılgeçse aklıma gelmez o tür gıdaların tadına bakmak) soğan halkasının ne kadar lezzetli, (gerçi -çin tuzu/monosodyum glutomat/msg- denilen lezzet arttırıcı madde kullanılıyor) dolayısıyla pişmiş soğanın ne kadar lezzetli olduğunu düşünürken bulunca kendimi 'e ne var, ben de yaparım bunu!' dedim.
Demekle kalmadım, elimdeki son halkayı ağzıma atarken 'yaparım tabii, hem de içinde ne olduğunu bilirim hiç olmazsa!' gazını da pompaladım bünyeye ve 'yapıcam!' diye ahdettim.
Eve gelince ilk iş bir tarif buldum. Fakat baktım evdeki malzemelerle kolayca yapabilirsiniz diyor.Bunu okuyunca -yılların tecrübesi var ne de olsa- kaygılanmadan edemedim.
Bir tarifte böyle birşey yazıyorsa o malzemeleri evde tastamam bulmak görülmüş şey değildir zira!
Yani bana denk gelmedi en azından. Biri varsa biri olmaz, öbürü olsa diğeri.
Fakat bu kez talihim yaver gitti. Her malzeme, -kırmızı toz biber hariç, onu da koymayıverdim- mevcuttu yeminle. Hatta son bir şişe soda kalmış, bu iş için bekliyordu. Yoksa, markete git, alışveriş yap, eve gel, mutfağa gir... Uzun iş.
Tarif de vereyim ki yemek blogu gibi olsun, hevesimi alayım bari :)
KIZARMIŞ SOĞAN HALKALARI
Malzeme:
2 ortadan biraz büyükçe soğan
1 çay bardağı un
1 çay bardağı nişasta (evde mısır nişastası vardı, onu kullandım. Buğday da olur, fark etmez)
1 çay bardağı maden suyu
1 yumurta
yarım çay kaşığı kara biber
yarım çay kaşığı zerdeçal (evde vardı koydum, yoksa şart değil)
azıcık, çay kaşığı ucu toz kırmızı biber (olmasa da olur)
1 çay kaşığı tuz
galeta unu (olmazsa olmaz)
İşlem:
1- Soğanları soyup baş ve dip kısımlarını enlice kestikten sonra aşağı yukarı yarım santim kalınlığında halkalar halinde dilimledim. Çıkan halkaları tek tek birbirinden ayırıp her halkadan birkaç halka daha elde ettim.
(En el oyalayıcı ve pişman edici kısmı burasıydı. Soğanın acısını yiyen değil doğrayan bilir demişler ama bu işlem doğramaktan da beter etti beni. Bir de ayrılmamakta inat eden halkalar kopup durdukça kızarmış soğan halkası yapma niyetim kızarmış soğan şeritlerine dönüşecekti neredeyse)
2- Sel olan gözyaşlarımı sildikten sonra un, nişasta ve baharatları çukur bir kaba aldım. Yumurta ve maden suyunu ilâve edip homojen bir karışım haline gelene dek karıştırdım. Tavaya göz kararı miktarınca yağ koyup ısınmasını beklerken soğan halkalarımı hamurumsu harcın içine atıp kızartma işlemi için hazır tuttum.Tam kızartmaya başlayacaktım ki aklıma galeta unu geldi!
İyi ki de gelmiş. Yoksa 'nasıl bir tarifmiş bu ya, kesin birşeyini eksik yazmışlardır, yazık oldu emeklerime!' diye ne biçim söylenecektim.
3- Hemen bir tabağa galeta unu döktüm ve harçtan çıkardığım halkaları galeta ununa bulayarak kızarttım. Ben yaptım diye demiyorum ama nasıl güzel oldu, nasıl güzel oldu anlatamam.
Bir daha yapar mıyım? Soğanları halkalara ayıracak ve benim yerime ağlayacak bir gönüllü bulursamelbette!
Soğan erkeği:
Tarladaki yeşil soğanların arasından çıkan sivri şapkalı boru gövdeli soğan erkeği kırılarak ayrılmazsa soğan kökü baş bağlamaz ve dolayısıyla soğan elde edilemezmiş. İşe yaramayan erkekler için soğan erkeği tabirinin kullanılması bundan dolayıymış.
RÜYA ÇAĞLA
Şubat 2017