Kimi binaların bodrum katlarında, binadaki her daire için ayrılmış odacıklar (kimilerinde ise odacık yoksa da genişçe bir alan) oluyor.
İster ardiye, ister depo, ister konumundan ötürü düpedüz bodrum; ne dersen de. Nihayetinde evde yerini bulamamış veya yerlerine yenileri gelince 'yazlığa götürürüz' niyetiyle ya da 'dursun, belki lâzım olur' düşüncesiyle oraya indirilmiş envai eşyanın, (irili-ufaklı mobilya, beyaz eşya, televizyon, küçük elektrikli mutfak aletleri, lavabo, klozet, küvet, evdeki tadilatlardan arta kalan fayans, parke, boya, alçı, çimento vb.) insanı 'bundan birşey yaparım ben tanrısı'na dönüştüren -tabii ki hiçbir şey yapılmayan- bozuk/arızalı/bir tarafı az biraz kırık/dökük/çatlak saksı, vazo, abajur, avize, saat, biblo, ayna, tencere, tava, çaydanlık gibisinden atmaya yahut birisine vermeye kıyılamayan şeylerin aslında rutubete, kokuşmaya ve en önemlisi unutulmaya bırakıldığını bile bile tutulduğu mekânlar. Ki olmasa, ne rahat edecek insanlar, ne hafifleyecekler de bu mertebeye erişmek ne mümkün, ah...
İstifçilik ruhu bir kez ele geçirmeye görsün, kurtuluş yoktur artık. Kulpu kırık bir seramik kupayı bile atamaz eder insanı. Neymiş, kırık noktaya yapılacak ufak tefek dokunuşlar (örneğin, keçeden yapılmış bir çiçek, bir yaprak vb) ile ne de güzel bir kalemliğe dönüştürülürmüş. (Dönüştürülemedi)
Tabii evvela 'o ruhun ele geçirilmeye müsaitliği' gerekli. Bünyede bir yatkınlık olacak, bu şart. 'Bundan birşey yaparım ben tanrısı' durduk yere ortaya çıkmaz yoksa.
Tabii evvela 'o ruhun ele geçirilmeye müsaitliği' gerekli. Bünyede bir yatkınlık olacak, bu şart. 'Bundan birşey yaparım ben tanrısı' durduk yere ortaya çıkmaz yoksa.
Modern insanın (Homo Sapiens) kökleri avcı- toplayıcı topluma dayanıyorsa da arada bir yerlerdeki geçiş sürecinde toplayıcı-istifleyici-atmayıcı toplum hüküm sürmüş olmalı. Oralardan tam olarak evrilemeyip, ruh müsaitliğini genden gene aktaranlar sayesinde, oturduğu binanın öyle ayrılmış bir oda yahut ortak istifleme imkânı sunmadığı insanlar da kendi olanaklarıyla çaresini buldular hâliyle: Balkon!
Böylece, evin ikinci balkonu -çoğunlukla arka tarafa bakan- tercihe göre pancur, demir doğrama, sonraları daha hafif olan alüminyum profil ve takip eden yıllar içinde pvc denilen malzeme artı cam ile kapatılarak ardiye görevi görecek bir odacık haline getiriverildi. (Son yıllarda açılır/kapanır şekilde kullanılabilen cam balkon sistemi de var fakat onlar henüz diğerleri kadar tarihsel çoğunlukta olmadığı için sıralamaya dahil etmedim) Derken, balkon kapatmak ev sahibi olmanın da adeta raconu haline geliverdi. Balkon kapalı değilse o evde oturanın kiracı olduğu çıkarımı bile yapılabilirdi ki ev sahibi masrafın kiradan düşülmesine razı edilebilirse eğer en kısa zamanda kapatılarak süratle milli balkon statüsüne kavuşturulurdu.
İşte, bizde olmasa da -tanıdıkların evine gire çıka öğrendiğimden- bilirim; o kapatılmış balkonda kullanılmayan ve uzuun yıllar kullanılması muhtemel olmayan eşya koliler, kutular, seleler, sepetler, torbalar, çıkınlar, bavullar, valizler halinde durur ve yeniden kullanımda olacakları o günün gelmesini beklerler. (Gelmedi)
Hele güneş almayan bir yöndeyse balkon, kiler gibi de kullanılır. Ev yapımı turşular, salçalar, reçeller, kışlıklar... Demirbaş olarak da patates, soğan, sarımsak.
Kimi zaman -ikinci bir balkon olmadığında- yalnızca mutfak balkonu kapatılır, hem ardiye hem kiler işlevi iyice minimal bir boyuta yüklenir. Çıfıt çarşısına döner içerisi, koyduğunu ara ki bulasın. Evin hanımı oradan bir şey alacaksa, -sinir katsayısını her seferinde yükselterek- neyin nerede olduğunu artık bilemediğinden girer, sonunda ne var-ne yok fırlatıp atacağından çıkar, nihayet aradığını bulunca -bir sonraki söylenmeye dek- derhal sakinleşir.
Ön tarafa bakan balkonlar ise çoğunluk evin salonu ile bağlantılı olduklarından kullanım dışı bırakılmaz. Dolayısıyla ardiyeleştirilmezler. Fakat -istisnalar dışında- onlar da kapatma furyasından nasiplerini almışlardır tabii. Kapatılıp, oturma/ yaşama alanı olarak kullanılırlar. Her ne kadar bir kıyısını ufaktan ardiyeye çevirenler eksik değilse de görüntü kirliliği yaratmaktan imtina edilerek yapılır bu iş. (Ya bir dolap içinde, ya üzeri bir örtü ile güzelce örtülerek vb) Duruma göre/gerekli görülürse bir de tül perde/jaluzi/stor ile kapatılır balkonu çevreleyen cam.
Bütün bu balkon kapatmalarının ana sebebi, gözden -ve de gönülden- çıkarılamayan eşyaya yer açmak üzere fazladan birkaç metrekare kazanmak olsa da aslında balkon olayını milletçe pek sevememiş miydik ne?
Ele güne, konu komşuya karşı oturmak, yemek-içmek, konuşmak, gülmek, mahremiyet sergilemek gibi mi gelmişti? Kim bilir? Kapatılınca çeşitli hava şartlarının getirisi olan kirlilikten kurtulmak garanti. Hırsıza karşı da bir tür önlem mahiyetinde. Üstüne bir de ardiye... Kapat o zaman, kapat, kapat, kapat. Mıydı acaba?
Oysaki kent hayatında, apartmanlarda, dört duvar arasına tıkılı kalmamamıza hizmet edebilecek birer nimettir balkonlar. Güneş gören bir balkon aynı zamanda D vitamini ünitesidir mesela. Bir ardiyeden çok daha yararlı. Balkondaki birkaç saksı çiçek, üç beş yeşil bitki ile gözün gönlün açılır misal. Miadını doldurmuş, görevini tamamlamış eşyaya yer açmaktan kat be kat işlevsel. Bir masa atarsın güzel havalarda, bir de sandalye; bir bardak çayın, bir fincan kahven. Şu tuhaf ve belirsizliklerle dolu pandemi zamanlarında/korona günlerinde hele, kimseye gidemiyorsan da kendine gelirsin. Dışarı çıkamasan bile dışarıdasın bak. Nasıl da kıymetli.
Yeni nesil binalara ekseriyetle balkon yapmıyorlar. Yapılıyorsa da genişlik hak getire. İki kişinin diz dize ancak sığışabileceği balkonumsular var şimdi. Artık pek de dikkat etmediğimden onları da kapatıyorlar mı bilemem ama yıllanmış binaların balkonlarına gözüm her takıldığında, ardiye yapılmak üzere kapatılmış olanını tanırım hemen. İstiflenmiş eşyayı görmediğim halde neler olabileceğini az çok tahmin ettiğimden sanki benimmiş gibi yok yere içim daralır.
(Yazar burada çuvaldızı direkt kendine batırmaktadır)
Her ne kadar hususi kapatılan bir balkonda yahut apartman bodrumunda değilse bile benim de var zira -dolaplarda, çekmecelerde, bavullarda, kutularda- sakladıklarım; 'bundan bir şey yaparım ben' dediklerim, hatırasına binaen gönül bağı kurduklarım, belki lâzım olur diye atamadıklarım...
'Kimin yok ki' demeyeceğim, olmayan da vardır elbette.
O ben olsam bari :)
RÜYA ÇAĞLA - Mayıs, 2020
Yorumlar: (0)
henüz yorum yok